Üstlerine küçük gelen yırtık pırtık mantolar giymiş iki çocuk, birbirlerine sokulmuş dış kapının önünde duruyorlardı. "Kullanılmış kağıt var mı bayan?" Meşguldüm.Yok deyip onları başımdan savmak istiyordum, ama o sırada gözüm ayakkabılarına ilişti. Karla kaplanmış ince sandaletlerden giymişlerdi. "İçeri girin, size bir fincan sıcak kakao yapayım" dedim. Birşey demediler. Islak sandaletleri şöminenin önünde izler bıraktı. Dışarıda soğuğa karşı kendilerini biraz toparlamaları için onlara kakao ile reçelli ekmek verdim. Sonra mutfağa geri döndüm.Ön odadan hiç ses gelmemesi dikkatimi çekti. İçeri baktım. Kız, boş kakao fincanını iki elinin arasında tutmuş, içine bakıyordu. Oğlan,düz bir sesle sordu:
"Bayan siz zengin misiniz?"
Kanepelerin eskimiş kılıflarına baktım.
"Zengin olmak mı, hayır tabii ki zengin değilim" dedim.
Kız fincanını dikkatle tabağına yerleştirdi.
"Fincanlarınızla tabaklarınız takım da" dedi.
Sesinde bildik bir açlık vardı, ama bu karnının açlığı değildi. Sonra kağıt çuvallarını yüklenip gittiler. Teşekkür etmemişlerdi.Etmeleri de gerekmiyordu, çünkü daha fazlasını yapmışlardı.Buz mavisi seramik fincanlar ve tabakları takımdılar. Mutfağa geri döndüm patateslere baktım, et suyuna karıştırdım. Patates ve et suyu, başımızı sokacak bir ev, düzenli bir işi olan kocam, mutlu bir yaşamım.Bunlar da takımdı. Ve galiba gerçekten zengindim. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırdım, odayı topladım. Küçük sandaletlerin çamurlu izleri hâlâ şöminenin önündeydi. Onları temizlemedim. Ne kadar zengin olduğumu unutmamak için, onların orada kalmalarını istedim..